Monday, September 21, 2015

6. Gün, Hiroshima

Kyoto'dan ayrıldıktan sonra hemen yola koyuluyoruz. Malum, yolumuz uzun. Hiroshima'ya yaklaşık 300 kilometre var. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Bu nedenle en erken gece 11'de Hirsohima'da olmayı ümid ediyoruz. Herhangi bir otel rezervasyonumuz yok. Gittiğimiz yerde, ya da çok gecikirsek yol üstünde bir yerde konaklayacağız.

Planladığımız gibi gece 23:30'da ulaşıyoruz Hiroshima'ya. İlk bulduğumuz otelde yer olmadığı için tekrar otel aramaya koyuluyoruz. Belki de yer olmaması bizim adımıza daha iyi olmuş. Daha merkezde olan ve daha büyük bir otele giriyoruz. Onlar da yer olmadığını söylüyorlar. Bütçemizi aşacağını düşündükleri için de Kral Dairesi'nden hiç sözetmediler. Biraz daha boş oda konusunda ısrarcı olmam üzerine, yalnızca Kral Dairelerinde boşluk olduğunu söylediler. Çok yorulduğumuz ve başka otellere bakmak istemediğimiz için kabul ettik. Bu esnada resepsiyondakilerle ilk ben görüşmüştüm. Kral Dairesi ve 30.000 yenlik ücreti kabul ettikten sonra motorsikleti otelin park yerine park etmek üzere çıktım. O esnada eşim resepsiyonda çantaları bekliyordu. Geldiğimde ise yüzü gülüyordu. 16.000 Yen'e indirmişler fiyatı. Oda değişikliği olmadan fiyatın bir anda yarıya inmesi bizi sevindirdi. Halbuki ben 30.000 yenlik fiyatı kabul etmiştim. Kabul ettikten sonra neden indirim yapma ihtiyacı hissettiler anlamadım. Bizde olsa "gömdük fiyatı nasıl olsa" der, devam ederlerdi. Ama sanırım anladığım kadarıyla motorsikletle paspal bir şekilde otele girdiğimizde seçici davranarak, çok da kalmamızı istemediklerinden ötürü (evet, müşteri seçebiliyorlar bazen) fiyatı yüksek söylediler. Kral Dairesine bile razı olduktan sonra, müşteri profiliyle ilgili çekinceleri geçti ve daha sonra odanın "gerçek" fiyatını söylediler. Japonlar, her durumda güven ve huzuru tercih ediyorlar. Anladığım kadarıyla huzur ve güvene yönelik bir tehdit idik gece saat 00:00'da motorsikletle ve kasklarla gelen iki insan olarak... Otele yerleştik ve ertesi sabah erkenden Hiroşima barış anıtını görmek üzere otelden ayrıldık.

Japonya'da en çok merak ettiğimiz yerlerden birisiydi Hiroshima. Herkesin bildiği, o insanlık utancı olan, 2. Dünya savaşınında ve dünya tarihinde ilk ve son (şimdilik) olarak savaşta atom bombası kullanılan yer. Hiroshima ilk hedef kabul edilmiş Amerikan ordusunca... Little Boy (küçük çocuk) ismindeki ilk bomba Hiroshima'ya atılmış. Sonrasında ikinci ve 5 kat daha etkili olan Fat Boy (şişman çocuk) ismindeki bomba Nagasaki'ye atılmış. İlginç olan şu ki, Hiroshima'da daha fazla insan ölmüş. Hiroshima o dönemlerde şehirleşmesi henüz tamamlanmamış bir liman kentiymiş. Japon usülü, çoğunlukla ahşaptan yapılmış binalardan oluşan bir liman kenti... Daha dayanıksız ve daha kalabalık bir şehir. Bu nedenle Hiroshima'ya atılan bomba daha fazla insanın ölmesine neden olmuş.

Bize hep anlatılırdı Japonların daha ilkokul birinci sınıf öğrencilerini dahi Hiroshima'ya götürerek "bir daha böyle bir olayı yaşamamak için çok çalışmamız gerekiyor" denilerek hem milli bilinç, hem de çalışkanlık telkini yapıldığı... Tıpkı bizdeki Çanakkale ziyaretleri gibi... Velhasıl, Çanakkale'ye gittiğimizde anıtlardan şehitliklere, müzelerden bayırlara, topçu bataryalarından mevzilere kadar çok geniş bir alana yayılmış canlı bir açık hava müzesi var. Hiroshima'da da benzer bir manzarayla karşılaşacağımızı düşünürken, Hiroşima Barış Anıtı olarak sadece bombalamada hasar görmüş bir binayı karşımızda bulmak beni şaşırttı. Aslında Japonlarla biraz empati yaptık. Gerçekten dünya çapındaki büyük bir trajediden bahsediyoruz. Hiroshima halkı açısından düşünecek olursak, şehrin merkezinde, daha büyük bir anıt olsaydı, her gün bunu hatırlayarak yaşamak ve üzülmek zorunda kalacaklardı. Sanki bu nedenle "olan olmuş, kalan sağlar bizimdir" diyerek yollarına devam etmişler ve en azından tamamen unutulmaması için de böylesine küçük bir anıt bırakarak, maziye saygı duymak istemişler.

Hiroshima Peace Memorial Museum olarak bahsedilen yer, böylesine ufak bir yer. Burada yabancılardan ziyade Japonları görüyoruz. Hepsi hüzünlü... Çoğunlukla da geçerken 5 dakikalarını saygı duruşu/dua gibi bir merasime ayırıyorlar. Çevrede ağlamaklı ve hatta hüngür hüngür ağlayan Japonlara denk geliyoruz. O nedenle bizim de neşemiz biraz kaçıyor açıkçası...

Zannedilenin aksine, atom bombası yere düştüğünde patlayan bir bomba değilmiş. Yere düşmeden, yerden yüksek bir noktada patlıyor ve etrafa en büyük zararı, oluşturduğu yıkımdan ziyade, yaydığı yüksek ısı ve radyasyon. Öyle bir ısı ki, evlerin çatılarındaki kiremitler dahi erimiş. Burada, köşelere konulmuş eriyik kiremit ve tuğlaları görebilirsiniz. Zaten anıt olarak bırakılmış bu bina da (hastane), atom bombasının etkisini çok net gösteriyor. Yıkımdan ziyade, çatıları dahi eriten bir sıcaklık oluşmuş. Bombanın atıldığı ilk gün, açıkta kalan tüm insanlar, bu cehennem sıcağında yanarak ölmüşler. Evlerin içinde olanlar da ısıdan etkilenmiş ve ölmüşler. Ancak bodrum katındakiler ve patlama alanının periferisinde kalanlar hayatta kalabilmiş ilk gün. Onlar da yayılan radyasyon nedeniyle, doku bozulması sonucunda, kimi kan kusarak, kimi de sindirim sistemi rahatsızlıklarıyla ilerleyen ilk haftada ölmüşler. Hayatta kalan görgü tanıkları da var. Onların hikayelerini bu müzede bulabilmek mümkün.

Hiroshima, Japonya'da batıdaki en uç noktamız. Buradan sonra tekrar Tokyo'ya, doğuya dönüş başlıyor. Fakat bir farkla; güneydeki adalar üzerinden Osaka'ya gideceğiz ve oradan yine güneyden Yokohama üzerinden devam ederek Tokyo'ya ulaşacağız.

Hiroshima'dan ayrıldıktan sonra adalara geçişte kullanılan, dünyanın en uzun çift katlı köprülerine geliyoruz. Haritadan da anlaşılacağı üzere, burası yaklaşık 10 köprüden oluşan bir geçiş. Köprülerde geçen süre, ortalama 20 dakika. Mükemmel bir manzara var. Bir tarafta okyanus, diğer tarafta Japon iç denizi var. Varış noktamız ise Marugame şehri. Burada da Marugame kalesi ziyaret etmeyi planlıyoruz. Köprüleri iki katlı yapmışlar. Alt katta demiryolu, üst katta ise karayolu mevcut. Tasarım ve mimari açısından, askı kuleleri ve kedi halatları ile bir nebze olsun bize Boğaz ve FSM köprülerini andırdı. Fakat uzunluk olarak muazzam bir köprü serisi... Daha büyüğünü görmedim. Bir gün yolumuz San Francisco'daki Golden Bridge'e düşecek olursa, o zaman tekrar bir kıyas yapacağım.

Köprüleri geçtikten hemen sonra güneydeki adalarda ilk durağımız olan Marugame'ye geliyoruz. Burada konaklamak için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Daha sonra bir şehir turu yapıyoruz. Akşam hava daha henüz kararmış olmasına rağmen, koskoca sokakları bomboş görünce biraz ürperiyoruz. Caddelerdeki görüntü tam olarak "I am Legend" filmindeki gibi, karantinaya alınmış ve sonrasında kimselerin kalmadığı bir Manhattan şehrini andırıyor. Eğer bir kıyamet filmi çekilecekse, bence bu şehir akşam saatinde en uygun film seti olur. Bomboş caddelerde gezindikten sonra biraz da ürperdikten sonra, bir market buluyoruz. Yiyecek birşeyler için alışveriş yaparken hep merak ettiğimiz bir tabelayla karşılaşıyoruz. "Pachinko & Slot". Hep uzaktan görüp de gitmediğimiz bir tebala bu. Marketin alt katına giden merdivenden iniyoruz ve ışıklarla dolu, capcanlı, gürültülü mü gürültülü, bir atari salonunu andıran mekana giriyoruz. Meğer "Pachinko & Slot" bir kumarhane Frenchising'i imiş. Girdiğimiz yer de bir kumarhane... Sokaklarda kimseyi bulamazken, burası tam aksine insan kaynıyor. Sanki şehrin tüm insanları, bugün tüm slot makineleri 1'e 10 kazandırıyormuşçasına buraya akın etmiş gibi... Çok şaşırıyoruz. Bilmeden bir kumarhaneye girmiş olmanın verdiği şaşkınlıkla biraz dolandıktan sonra hemen çıkışa yöneliyoruz. Zira, kumarhane kültürümüz hiç yok, nasıl davranılması gerektiğini ve kendine özgü kurallarını bilmediğimiz için, yanlış birşey yapmamak adına (ki yanımızda koca koca fotoğraf makinelerimiz var, çoğu kumarhanede foto yasaktır) hızlıca çıkışa yönelip ayrılıyoruz. Zaten etrafta Samurai modunda dolaşan, ajan/güvenlik görevlisi kulaklıklarıyla ortalığı kolaçan eden insanlar görünce, kumarhaneyi bir anda teğet geçmemiz gerektiğini düşünüyor ve uzaklaşıyoruz. Sonra tekrar kalacağımız yere gidiyor ve yarın Marugame kalesini gezmek üzere istarahatimize başlıyoruz.

No comments:

Post a Comment